Sinir bozucu bir tartışmanın ardından ertesi gün dersten sonra eve gitmenin hayaliyle, başımı yastığa koyup uyumaya çalıştım. Biraz geç de olsa sonunda uyumayı başardım ve tabi ki sabah olduğunda da geç uyumanın vermiş olduğu uykusuzluktan dolayı yataktan çıkabilmek yarım saatimi aldı. Alarm çaldıkça erteliyordum. En sonunda pes edip o sıcak ve rahat yeri, yumuşacık yorganı, başını koyunca içine çöken yastığı bırakıp kalktım. Kahvaltıdan önce kaldığım yurdun
güvenlik görevlisiyle de tartışıp bir güzel iştahımı da kaçırdım. Eğer yurda bir kaç gün dönüş yapmamak üzere çıkıyorsanız, mutlaka izin almanız gerekir ve daha yeni alınmış bir kararla ,ne hikmetse, bu izinler sabah 8 ile akşam 5 arasında alınacakmış(!) 8'de dersim olduğu için eğer izin almayı beklersem mecburen geç kalacaktım, hem de ders için bu kadar erken kalkıp hazırlanmışken... Güne çok iyi başlamıştım! Bu sinirle birden derse gitmekten vazgeçtim, izin kağıdımı doldurur doldurmaz kendimi istasyona giden bir arabaya atıverdim. Kulaklıkları takıp biraz sakinleşmeye çalışıyordum çünkü bu bir saçmalıktı, izin alabilmek için 8'e kadar beklemek... Kendimi müziğin ritmine kaptırmış, bir yandan da olanları düşünüyordum. Of ne çok derdim var! Kafamı telefondan kaldırıp dışarıyı izlemeye başladım. Kırmızı ışıktaydık. İnsanlar bir o yana, bir bu yana koşturuyorlar. Kimisi işe yetişmek için, kimisi hastane için... Araçlar uzunca ip gibi bir sıra olmuş,adım adım ilerlerken beklemekten sıkılmış olan şoförler kornaya abanmışlardı. Tam o anda koşuşturan kalabalık içinde birisi dikkatimi çekti. Orta boylu, yaşı geçkin bir amca, eğilmiş iki büklüm olmuş, önüne aldığı çöp arabasını santim santim hareket ettirmeye çalışıyor. Arabanın ağırlığından değil, anlaşılan o ki kendisi yürümekte baya zorlanıyor. Bacağını her hareket ettirişinde yüzünde fiziksel acılarını yansıtan tarif edilemez bir ifade beliriyordu. Bacaklarındaki bu ağrı dışında sanki hayatından memnun gibiydi, üstü çok kirli değildi ve hareket etmediği zaman yüzü gülümsüyor gibi görünüyordu. Işık yandı ve adamın yavaş adımları geride kaldı. Bir sonraki durakta istasyona gitmek için indiğimde aklımda hala o amca... Başkasının hayalleri olan hayatları yaşıyoruz belki de ama hala şükretmiyoruz değil mi? Hala yetinmiyoruz. Benim başımı koyunca çöken yastığım,üstümü örtünce hemencecik ısıtan yorganım, başımı sokabileceğim bir evim var. Şanslıymışım tekrar anladım. Kendime dert ettiğim şeylerin dert olmadığını, ölümün -dünyadaki- en büyük ayrılık olduğunu, ne kadar çok şükretmemiz gerektiğini ve yaşadıklarımızdan ders çıkarmayı anladım bir kez daha. Kendimizi sorgulayabilmenin önemini...
Acaba o amca kadar şükrediyor muyuz hayatımıza ve sahip olduklarımıza?
Sayin yazarim soyledgniz gibi
YanıtlaSilBirçok insanin ulasmaya çalıştığı hayalleri yasiyoruz Her halimize sukretmemiz lazim ;-)
Dert etmeyelim dua edelim ...
YanıtlaSilHayat cok garip mantıksız şeyler le dolu...