Bir ışık, keskin bir ışık, göz alıcı... Uzakta şuan çok uzakta, yaklaşmak istiyorum, ne var orada bir bakmak istiyorum. Yalnız yolum uzun, ışık şuan sadece küçük bir nokta. Yola koyuluyorum, adımlarım sağlam ilerliyorum. Yolda pürüz yok, çakıl taşları yok, yavaş yavaş yürüyorum. Yürüdükçe kalp atışlarım hızlanıyor, yoruluyorum, bazen nefes alamıyorum ama hiç durmuyorum. Durmaya zaman yok, durup dinlenecek kadar sabırlı değilim. Ne kadar yol kat etsem de sanki olduğum yerde sayıyor gibiyim. Ne manzara değişiyor ne de yol. Ara ara ışık bana göz kırpıyor. Sanırım yaklaşıyorum, önceden ondaki bu anlık değişimi fark etmemiştim ama şimdi görebiliyorum. Nereden çıktı bu ışık şimdi?
Daha önce var mıydı? Varsa neden hiç gözüme ilişmemişti? Bilmiyorum. Bunları hiç bilmiyorum, ama neden bilmediğime takılmıyorum. Şuan var ve o ışığı tanıyorum, varlığından haberdarım bununla mutlu oluyorum. Sabırla yoluma devam ediyorum, hissediyorum yaklaşıyorum. Işık şuan en başta olduğundan çok daha büyük, neredeyse iki katı. Gözlerimi alıyor, bakamıyorum. Gözlerimi ayaklarıma dikip ilerliyorum, yaklaşınca ona bakabilir miyim bilmiyorum. Ya bunca yolu boşuna gelmiş olursam? O zaman ne olacak? Hayır, hayır bunları düşünmek istemiyorum. Yavaş yavaş ama sabırla gideceğim ve ışığın kaynağını bulacağım, işte o zaman rahata kavuşurum. Merakıma yenik düşüyorum, hızlanıyorum ve birden koşmaya başlıyorum. Ayaklarıma sarmaşıklar takılıyor, önüme çakıl taşları çıkıyor. O kadar hızlandım ki artık yavaşlamak da imkansız, adeta yayından fırlayan bir ok misali menzile gidiyorum. Hedefe varmadan durmak diye bir şey yok. Sarmaşıklar her yanımı sardı, ayağıma o kadar çok engel oluyorlar ki, koşamıyorum, takılıp düşecek gibiyim. Düşmekten çok korkuyorum. Yola inat, önüme çıkan engellere inat düşmemem lazım. Düşersem yanarım. Birden zihnim sorularla çalkalanıyor. Önceden bu yolda yürümek bu kadar kolayken nasıl birden koşmak bu kadar zorlaştı? Bu çakıl taşları, sarmaşıklar da nereden çıktı? Kötü şans. Yüzümü hafiften kaldırıyorum, o da ne? Çok yakınım. Sadece bir kaç adım kalmış. Kalbim göğüs kafesimden çıktı çıkacak. Elim ayağım titriyor. Son üç adım. Son üç. Üç.
....
Ellerim kanlar içinde, avuç içlerim paramparça. Dizlerim soyulmuş, ayaklarımda o kadar çok sarmaşık var ki top top olmuşlar. Çenem ağrıyor, kalbimi hissetmiyorum, vücudumu sıcak topraktan kaldırdığımda anladım, evet düştüm. Uçurumdan atlayan ama paraşütünü açamayan birinin zemine inişi kadar sert düştüm. Can havliyle kaldırdığım vücudumu geri bıraktım ve yüzükoyun yerde kaldım. Kalakaldım. Yattığım yerden üç adım uzağımdaki devasa ışığa baktım ve hafiften elimi uzattım, acı içinde küçük bir gülümse belirdi yüzümde. Gözlerim kamaştı, artık göremiyorum, bir yandan da yorgunluk da bedenimi esir aldı, elim havada gözümü kamaştıran ışığa dokunmaya çalışır gibi kolumu ona doğru uzattım, halbuki ışık kaynağından gözümün ferini kör eden ve parmaklarımın arasından süzülen bu ışığı biraz kesmek ve biraz olsun ona bakmak, bakabilmek istemiştim. Olmadı, kolum düşüverdi. Gözlerim kapandı ve ne zaman uyanacağımı bilmediğim bir uykuya daldım.
Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş. Bloğunuzu takipe aldım bende beklerim :) <33
YanıtlaSilTeşekkürler, ben de takibe alıyorum hemen :)
Sil